29 Nisan 2013 Pazartesi

hayatınızı yeniden çerçevelemeye hazırsanız okuyun lütfen - 30. hafta bülteni


Merhaba; 30. Hafta bülteni ile birlikteyiz. Geçen hafta bakış açılarını değiştirmenin hayatınızda olumlu anlamda bir fark yaratabileceğinden bahsetmiştim. Bu hafta herkesin bu amaçla kullanabileceği bir tekniği sizlerle paylaştım. Umarım keyifle okur ve arzu ederseniz uygularsınız.

Pek çoğunuzun bildiği gibi ben Erickson Koçluk Okulu mezunuyum. Almış olduğum eğitim NLP temelli bir eğitim. NLP bir sihir yada mucize değil, onu doğru kullanırsanız pek çok konuda kısa sürede sonuçlar almanızı sağlayacak bir modelleme veya yaklaşımlar bütünü.

Bu konuda en başarılı sonuçlara imza atan kişilerden biriside Anthony Robbins. Onun da sıkça başvurduğu yeniden çerçeveleme metodunu sizlerle paylaşacağım. Önceki bülteni de okumanız bir bütünlük sağlamak açısından faydalı olabilecektir.

Yeniden çerçevelemek, yaşanmış bir olayın anlamını ve/veya bizim için önemini olayı daha farklı bir çerçeveye alarak değiştirmektir.

En çok bilinen veya kullanılan şekli; problemleri/sorunları bir fırsat olarak görmeye çalışmamızdır.

20 yaşında üniversite eğitimi almak için Viyana’ya gittim. Harika 2 yıl geçirdim, diğer yandan ders notlarım genelde vasattı. Okulu bitirmek tahmin ettiğimden uzun sürecekti. 2 yılın bitiminde Türkiye’de yeni kurulmuş olan Marmara Üniversitesi Almanca İşletme Bölümü’ne yatay geçişle kaydımı aldırdım ve bu okuldan mezun oldum. Pek çok arkadaşım benimle aynı yolu izledi, çok sayıda başka arkadaşım ise eğitimlerini Viyana’da tamamladı.

Ne yalan söyleyeyim yurtdışında üniversite eğitimini tamamlayamadığım için birkaç yıl kendimi suçladım ve başarısız hissettim. Ta ki bir gün farklı bir bakış açısı seçip olayı yeniden çerçeveleyene kadar ( o zamanlar bu terimi bilmiyordum).

Yatay geçişle geldiğim ve mezun olduğum üniversitede eşim Özge ile tanıştık. Harika birlikteliğimiz 19. Yılın içinde; iki tane muhteşem kızımız var.

Avusturya’da devam edip oradan mezun olmadığım için ne kadar şükretsem azdır. Yoksa Özge ile karşılaşamazdım.

Anlattığım kısa ve gerçek hikaye tamamen bir yeniden çerçevelemedir ve hayatta karşılaştığımız pek çok olay için kullanılabilir.

Karşılaştığımız ve sorun/problem olarak nitelendirdiğimiz olayların arkasında yatan fırsatları görmeye çalışmak, “başarısız” ibaresinin yerine “geçici sonuç” ibaresini yerleştirmek, her deneyimden daha güçlü bir şekilde çıktığımızı düşünmek başlangıç adımları olabilecektir.

Bildiğiniz üzere modunu seç hayatını seç isimli bir proje üzerinde çalışıyorum. Amacımız kişilerin sıklıkla ziyaret edecekleri ve onlara bilgi vermenin yanı sıra modlarını yükseltecek bir web sitesi dizayn etmek. Bu projeyi başlatan, ortağım Ayşe’nin bir tatil sırasında ayağından rahatsızlanması ve devamında ameliyat olarak belirli bir süre evde oturması olmuştur.

İşe gidemediği bu süreyi projemizin ana hatlarını oluşturarak geçirmiştir. Başınıza geldiğini düşündüğünüz bir “felaket” bazen biraz dinlenmek ve yaratacılığınızı ortaya koymak için harika bir fırsata dönüşebilir.

Yeniden çerçevelemenin sonuç vermeyeceği çok az alan veya olay vardır. Aynı olayları farklı şekilde düşünmeye başlayarak bakış açılarınızı ve hayatınızı değiştirebilirsiniz.

Dünyada hiçbir şeyin doğasında bulunan sabit ve değişmez bir anlam yoktur. Algılama şekli ve bakış açılarımız ile anlamı biz veririz ve eğer istersek yeniden çerçeveleme ile bakış açımızı ve anlamı değiştirebiliriz.

Bir olayı yorumlamanın onlarca farklı yolu vardır. Daha çok seçenek yaratmak hayatımızda önemli bir fark yaratır.

Karşılaştığınız olaylar için yeniden çerçeveleme yaparken işinizi kolaylaştırabilecek bir benzetmeyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Farz edelim ki arabanızı satacaksınız. Arabanızın km’si düşük, darbesi yok, içinde sigara içilmemiş, garantisi devam ediyor. Diğer yandan aksesuarı az (piyasada daha donanımlı modeller var) ve benzin tüketimi (yeni nesile göre) biraz fazla.

Bir alıcı ortaya çıktığında ona öncelikle arabanızın iyi özelliklerinden bahsedersiniz. İşte hayatta karşılaştığınız olaylarda da bu şekilde davranmanızı ve kendinizle arabınızı satın almak isteyen bir alıcıyla yapacağınız gibi konuşmanızı istiyorum.

Bir gün geldiğinde, bugün sizi üzen/kızdıran şeylerin önemli bir kısmını gülümseyerek hatırlayacaksınız, bunu neden şimdi yapmıyorsunuz?

Size konu ile ilgili kısa bir hikaye ile veda etmek istiyorum. Haftaya görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın (Perşembe akşamı maç var, bülten yokJ).

İş hayatında çok sık anlatılan meşhur hikayedir. Büyük bir kurumsal şirketin çalışanlarından birisi çok büyük bir hata yapar ve şirketi tam 10 milyon TL zarara uğratır.

Eşyalarını toplamaya ve arkadaşlarıyla vedalaşmaya başlar. Tam bu sırada müdürü kendisini odasına çağırır.

Çalışan başı önde odaya girer, “çok özür dilerim, arkadaşlarımla vedalaşıyorum, istifam hazır” der.

Müdür ise babacan bir tavırla gülümseyerek “Nereye gidiyorsun, senin eğitimine tam 10 milyon TL harcadık” diye cevap verir.:)

Ps.: Bültenler ve koçluk hizmetleri ile ilgili olarak soru, görüş ve önerilerinizi mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine iletebilirsiniz.

25 Nisan 2013 Perşembe

Her şey bakış açılarından ibaret, 29,5. Hafta bülteni


 
Merhaba, perşembe günlerine özel kısa ara bülten ile birlikteyiz. Bu yazımızın konusu pek çok şeyin aslında sadece bakış açısından ibaret olduğu gerçeği ile yüzleşmek. Umarım keyifle okur ve üzerinde düşünürsünüz.

Bu bültenin bir özelliği var, 29 haftada 10.000 görüntülenmeyi aştık, bu benim için önemliydi. Yazılarımı okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkür ederim.

Şimdi gelelim bülten konumuza.

İzmir Kitap Fuarı’ndaki imza günüme 10 kişi geldi, bunlardan 5 tanesi arkadaşımdı, kitaplarımı imzaladım, arkadaşlarımla uzun uzun sohbet ettim, standdaki görevli ve yazarlarla edebiyattan ve kitaptan bahsettik. şarap vardı, çikolata vardı, 2 saat su gibi aktı geçti.

Tabloyu görünce oluşturduğum bakış açım şu şekilde idi: Henüz Türkiye çapında bir yazar değilim, ileride olacağım. Yayınevim beni imza günü etkinliğine davet etmiş, geldim buraya kadar, İzmir zaten çok güzel bir kent, dostlarımız var, kısa bir tatil yapıyoruz ailecek, 1 kişi bile gelse tanışır, sohbet eder, kitabını imzalarım.

Bu bakış açısı nedeniyle İzmir Kitap Fuarı ve genel olarak İzmir gezisi bende güzel bir anı olarak kalacak.

Martin Seligman’ın meşhur bir sözü vardır: “It’s not our failures that determine our future success, but how we explain them to ourselves.” Gelecekteki başarımızı belirleyen hatalarımız veya başarısızlıklarımız değil, onları kendimize ne şekilde anlatmayı seçtiğimizdir.

Bir başka bakış açısı ne olabilirdi, örnek: Tam bir fiyasko, o kadar duyuru yaptım, gele gele 10 kişi geldi, 5 tanesi arkadaşım zaten, bu iş asla olmayacak. Ben kim imza günü kim. Daha kırk fırın ekmek yemem lazım. Otur oturduğun yerde İstanbul dışına çıkma bir daha.

Bu bakış açısı ile muhtemelen İzmir tatilini de hayatımın en kötü tatillerinden birisi olarak kaydedecek ve hatırlayacaktım.

Bakış açılarımızın olabildiğince esnek ve bize hizmet eden şekilde olması çok önemli. Bunun kilit faktörlerinden bir tanesi şimşek hızıyla reaksiyon veren şartlandırılmış zihnimizi durdurmak veya dinlememek. Bir olay oluyor, geçmişteki datalardan hareketle otomatik düşünceler ve tepkiler hemen hazır, geriye çekilip bir iki saniye bile olsa düşünseniz muhtemelen farklı bir bakış açısı seçip farklı bir tepki verebileceksiniz ama yapmıyorsunuz.

Hayatta aldığımız en büyük risk hiç risk almamaktır ve reaksiyon verirken hiç düşünmeden bakış açılarına sıkı sıkıya tutunmak hiç risk almamakla eş anlamlıdır.

İnsan ilişkileri için de çok önemli bakış açıları. Çevremizdeki insanlar için kafamızın içinde oluşturmuş olduğumuz dosyalar var, etiketlemeye çok meraklı olduğumuz için dosyalar hayli kabarık. Bir şey söyledi mi, bir şey yaptı mı otomatik reaksiyon hazır, bakış açısını değiştirsek farklı bir tepki verebileceğiz belki ama ne gezer.

Tanımadığımız insanlar için bile fiziksel özellikleri, konuşma şekilleri ve duruşlarından kaynaklanan bakış açılarına sahibiz.

Peki bakış açıları niye bu kadar önemli. Hayatımızda yolunda gitmeyen bir şeyler varsa ve onları değiştirmek istiyorsak bakış açılarını değiştirmemiz kesinlikle fark yaratır.

Reaksiyon süresi bırakarak ve sıfırdan düşünerek farklı bakış açıları seçebiliriz, özellikle de bizi rahatsız eden konularda.

Örneğin belli bir kişi veya olaya öfke ile tepki veriyorsanız, tepki vermeden bir boşluk yaratarak daha farklı bir tepki vermeyi seçebilirsiniz.

Kimse özellikle sizi kırmak veya kızdırmak için bir şey yapmıyor, herkes kendi hayatını yaşıyor kendi bakış açılarına göre. Sadece bunu bile düşünmek için dursanız belki farklı bir tepki verebilirsiniz.

Seçim sizinJ.

Bakış açısını değiştirmenin bir başka boyutu da konfor alanının dışına çıkmaktır aslında. Daha önceki yazılarda bahsetmiştim, konfor alanı büyük riskler almadan içinde takıldığımız ve ortalama bir hayat sürdüğümüz yer işte. Konfor alanının duvarları ise bakış açılarıdır.

Duvarların dışına çıkmak için tüm cesaretimizi toplayıp bir yolunu bulmalıyız. Belki üzerinden atlamak aşağıdan gözüktüğü kadar tehlikeli değil. Denemeden bilemeyeceğiz. İlk seferinde başarısız olsak bile yine yeniden deneyebiliriz.

Kennedy’nin çok sevdiğim bir sözü var: Nothing worthwhile has ever been accomplished with a guarantee of success.” benim tercümemle, değerli olan hiçbir şey tam bir başarı garantisi verilerek yaratılmamıştır.

Farklı bakış açıları deneyimleyeceğiniz güzel bir hafta dilerim.

Haftanın koçluk sorusu: Doğumgününüzde, ailenizin sizi nüfusa bir yıl geç kaydettirmiş olduğunu öğrenseniz (sandığınızdan bir yıl daha yaşlısınız aslında) bu yıl neleri daha farklı yapardınız?


P.S.: Bültenlerle veya koçluk hizmetleri ile ilgili bilgi almak için mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine yazabilirsiniz.

22 Nisan 2013 Pazartesi

İzmir’e yerleşelim mi? 29. Hafta bülteni


 
Merhaba, İzmir’den yeni geldik, ayağımın tozu ile izlenimlerimi paylaşmak istedim. Kitap fuarı ve imza günü nasıldı, İzmir anlatıldığı kadar güzel mi? Bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız bülteni okuyabilirsiniz.

Cuma günü 12.00 Pendik – Yalova feribotu ile yola çıktık. Yanlışlıkla Yalova – Pendik bileti almışız aynı saat için ama hafta içi olduğundan son anda yine bilet bulabildik. Susurluk Varan Tesislerinde bir saat mola verdik, 18.00’de İzmir Narlıdere’ye vardık. Yollar gayet düzgün ve bakımlı, yol çalışması yok, radar makul miktarda ve yerleri anlaşılıyor.

Narlıdere İzmir’in en uç noktası, Çeşme otobanı gişelerinden hemen önceki son sapak. Liseden arkadaşımız Burcu ve Burhan Talay çiftinin konuğu olduk seyahatimizde. Yol yorgunluğu akşam rakısı ile birleşince Cuma akşamı erkenden sızdık açıkçası.

Cumartesi günü otobandan 15-20 dakikada Urla’ya gittik. Ben Bodrum, Çeşme benzeri bir yer beklediğim için biraz hayal kırıklığı yaşadım açıkçası. Evet, güzel bir yer ama çok küçük. Özelliklede sahil kısmı. 3-5 restoran ve 1-2 kafe ancak yer bulmuş kendisine. Bu bölgede bir adet var birisi öldüğünde mutlaka lokma pişirilip dağıtılırmış, bizde sıraya girip lokmanın tadına baktık. Allah rahmet eylesin dileklerimizi paylaştık.

Rahatla ve Kısmetim isimli iki tane kır lokantası var, çocuklar ata, midilliye falan binebiliyor, bizde onlardan birinde öğle yemeği yedik, çocukları eğlendirdik, sonrada Urla’nın küçük sahilinde türk kahvesi keyfi yaptık. Rüzgar kuvvetliydi, bir süre sonra çocuklar da huysuzluk yapmaya başlayınca eski yoldan kıyı kıyı geri döndük, deniz manzaralı eski Çeşme Yolu gayet keyifli bir rota, yolu biraz uzatmak pahasına da olsa tavsiye ederim.

Akşam İzmir’e yerleşen çocukluk arkadaşım ve dostum İlker ve eşi Esin’le buluştum. Yoldan geçerken Güzelbahçe semtindeki balıkçılarda aklım kalmıştı, methini duymuştum, oraya gittik. Burada değişik bir sistem var; balık halinden balığını seçip hangi restoranda oturduğunu söylüyorsun, oraya gönderiyorlar. Bizde yaklaşık 2 kiloluk bir deniz levreği, yarım kilo barbun ve yarım kilo kalamar alıp masamıza kurulduk.

Reis isimli restorana gittik, deniz kıyısında bir masaya kurulduk, ben bir 20lik rakı söyledim ve siparişlerimizi süpürdük adeta. Balıklar ve mezeler taze ve lezzetli, ortam güzel, fiyatlar İstanbul ve Bodrum’a göre nispeten ucuz, ama İzmir standartlarının biraz üzerinde.

Ertesi gün kitap fuarında imza günü olduğu için muhabbeti kısa kestik, 10 gibi eve döndük ve biraz TV karşısında oyalandıktan sonra yattım.

Pazar sabahı ev sahibemiz Burcu bize boyoz pişirdi. Hep merak etmiştim. Tadı gerçekten güzel. Yalnız bunu yumurta ile nasıl yediklerini anlamadım, zaten tek başına son derece dolgun ve doyurucu bir lezzeti var.

Türk kahvesi keyfinden sonra saat bire doğru kent merkezine gitmek için evden çıktık. Erken çıkmamız iyi olmuş, Fuar Alanı’nın olduğu bölge mahşer yeri gibiydi, İstanbul’dakine benzer bir park sorunu vardı, neyseki çekim yasası ile sipariş etmiş olduğum park yerine arabayı park edip fuar alanının içine daldık.

23 Nisan çocuk şenlikleri ile birleşince fuar alanı çok kalabalık olmuş. Kitap fuarını sora sora bulduk. Bizim kızlar lunaparkı görünce kitap fuarına gelmek istemediler, ben imza gününe gittim, Özge kızları lunaparka götürdü.

Yitik Ülke standında yerimi aldığımda saat 14.00 olmuştu bile. İstanbul kitap fuarı ile kıyaslandığında hareketsiz bir imza günü yaşadım. Toplam 10 tane kitap imzaladım sanırım, onlarında 5 tanesini arkadaşlarım aldı. Zaten birinci baskıdan fazla kitapta kalmamış, daha büyük bir ilgi olsaydı muhtemelen okurlarımın kollarına geçici dövme şeklinde imzamı atacaktım.

Fuar bitimine İlker ve Esin’in yanı sıra İzmir’de yaşayan bankacı dostum Doğa da geldi. Özge, Burcu, kızlar biz hepimiz çıkışta Kordon’a gittik.

Kordon denilince muhtemelen İzmir’in en güzel yerinden bahsediyoruz sanırım. En güzel yerler, en güzel insanlar burada arzı endam ediyorlar. Bizde Şamdan Cafe’de oturduk, bira, midye, patates keyfi yaptık, saat yediye doğru kalktık.

Akşam şarap ile evde bir kutlama daha yapıp ertesi gün yola çıkacağımız için erken yattık. Pazartesi sabah kahvaltı ve kahve keyfinin ardından yola çıktık, rahat ve keyifli bir yolculuk ile bu kez Topçular araba vapuru ile gelmemize rağmen 6 saatte İstanbul'a vardık.

İzmir çok güzel bir kent, burayı İstanbul’un hafta içi durumu ile kıyaslayabilirsiniz. Hani mesai saatlerinde herkes çalışırken emekliler ve ben İstanbul’un keyfini çıkarıyoruz ya İzmir sanki sürekli öyle. Bir kere İstanbul ile kıyaslandığında nispeten ufak, Konaktan Karşıyaka’ya 45 dakikada gidersiniz. İnsanlar sakin, huzurlu ve mutlu genel olarak. Bunu araba kullanma şekillerinden anlayabilirsiniz. Benden başka kornaya basan yoktu meselaJ.

Trafik İstanbul ile kıyaslandığında akıcı, yavaşda olsa bir şekilde akıyor ve istanbul’daki gibi tamamen durma noktasına gelerek insanı çıldırtmıyor.

Ev fiyatları gerek satılık gerek kiralıklarda İstanbul’a göre gayet uygun, yeni yapılan siteler son derece güzel. Yeme içme yerleri gayet çeşitli, hizmet iyi, fiyatlar adilane.

Birde yazın düşünün, Bir uçta Foça, diğer uçta Çeşme- Alaçatı, nereye gidersen git bir saat sonra masmavi tertemiz denizdesin, işte İstanbul’da bu yok. Eskiden vardı, değerini bilemedik, Bayramoğlu ve Kumburgaz taraflarını çöplüğe çevirdik.

Kısacası burası gerçekten yaşanacak kentlerin başında İstanbul ile birlikte ilk iki sırayı kesinlikle alır.  

Perşembe günü kişisel gelişim ile ilgili bir bültende görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın. Sevgiler.


P.S.: Bültenler veya koçluk ile ilgili sorularınızı, önerilerinizi mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine iletebilirsiniz.

 

 

 

18 Nisan 2013 Perşembe

Hayat bir yemekse onu nasıl pişirmeli? – 28,5. Hafta bülteni


Merhaba; 28,5. Hafta kısa ara bülteni ile birlikteyiz. Bu hafta yine bir benzetmeden yola çıkarak düşüncelerimi paylaştım. Umarım keyifle okursunuz.

Hayatınız bir yemek olsa onu nasıl pişirirdiniz, hangi malzemeleri kullanırdınız, nereden satın alırdınız, ölçü ne olurdu, nasıl süsler ve servis ederdiniz?

Ben iyi bir aşçı değilim, iyi olmadığım konularda genellikle en iyiler nasıl yapıyor ona bakarım. En iyilere sorduğumda aldığım cevap şu oldu: İyi yemeğin sırrı; taze, mevsimsel, yöresel malzeme kullanmaktır. Diğer bir deyişle o gün elinizde taze olan kullanılabilecek neler varsa onlarla yemek hazırlamaktır, elinizdekinin en iyisini sunmaktır. Ertesi gün bütün malzemeler ve pişireceğiniz yemek değişebilir, olaya günlük yaklaşmak lazım.

Rahmetli anneannem buzdolabı kullanmazdı, bir kısmını bahçesinden topladığı malzemelerle her öğün için ayrı yemek yapar ve kalanı bahçesindeki evcil hayvanlarla paylaşırdı. Bugün kimsenin bu kadar vakti olmayabilir, önemli olan o değil zaten, taze yemek pişirme olayını hayatımıza nasıl uygulayacağımız.

Sabah uyandık, günümüzü pişireceğiz. Evdeki malzemelere baktık, onları kullanacağız. Bu ne demek, var olanla en iyisini yapacağız.

İlişkiniz olmayabilir, işiniz olmayabilir, belki paranız da yoktur, ama mutlaka olan bir şeyler vardır. Sağlığınız yerindedir, aileniz vardır, arkadaşlarınız vardır, umutlarınız, hayalleriniz, beklentileriniz..her ne varsa onları kullanın işte.

Olmayan malzemelerin ise sadece bugün olmadıklarını, yarın yeni malzemelerle farklı bir yemek yapabileceğinizi aklınızdan hiç çıkarmayın lütfen.

Önemli olan eldekilerle en iyisini yapmak. İlişkiniz yoksa ve bunu çikolata olarak görüyorsanız çikolatalı pasta yapmayın o gün, çilekli veya muzlu pasta pişirin.

İşiniz yoksa ve bunu şeker olarak görüyorsanız kendiliğinden şeker tadı veren malzemeler kullanın; hayalleriniz, umutlarınız doğal tatlandırıcılardır bunu unutmayın.

Paranız taze domates ise ve domates mevsiminde değilseniz sera domatesi veya salça kullanmayın, eğer paranız varken (domates mevsiminde) birikim yaptıysanız (taze domates özü) ne ala. Yok ise üzülmeyin, elinizdekilerle farklı bir şey deneyin.

Yaratıcılığınızı kullanın, bu dünyaya şikayet etmek için geldiğimizi sanmıyorum, elimizde olanlarla en iyisini yapacağız ki orta ve uzun vadede malzemeleri değiştirmek ve farklı yemekler yapmak daha kolay olsun.

Restoran işlettiğinizi ve aşçının siz olduğunuzu düşünün. Eldeki malzemelerle yemeği pişirecek ve tadına bakacaksınız. Eğer beğenirseniz müşterilere servis edeceksiniz.

Kendi halinizden memnun değilseniz bir şeyler değiştirmek için başlamanız gereken yerde orasıdır. Hadi bakalım, eldeki malzemelere odaklanarak yapabileceğiniz en iyi yemeği pişirin ve sunun.

P.S.: Yarından itibaren İzmir'de olacağım 3-4 gün için. 21 Nisan Pazar Günü İzmir Kitap Fuarında saat 14.00'dan itibaren imza günüm var, İzmir'de yaşayan okurlarımı beklerim. 

15 Nisan 2013 Pazartesi

Size nasıl biteceğini söylemek için gelmedim. Nasıl başlayacağını söylemek için geldim. - 28. hafta bülteni


Merhaba; 28. hafta bülteni ile birlikteyiz. Bu bültenimizde konfor alanının dışına çıkmaktan bahsedeceğiz. Güvenli olan her zaman bizim için iyi olan mıdır, bunu tartışmak istiyorum sizlerle. Umarım keyifle okur ve üzerinde düşünürsünüz.

Hayatını Seç kitabımla ilgili olarak çok sayıda yazı yayımlandı, bunlardan bir tanesi özellikle hoşuma gitmişti. Ferhat Uludere’nin Radikal Kitap Eki’ndeki yazısı beni güvenli hayatını terk eden küçük burjuva olarak nitelendirmişti.


Hayatım boyunca özellikle de 40 yaşıma kadar hep güvenli olanın peşinden gittim. Ne istediğimi çok fazla sorgulamadan işletme eğitimi aldım, çünkü o dönemde işletme eğitimi alanlar iş bulma konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamıyorlardı. Pazarlama masteri yapmaya başladım, çünkü işletme üzerine yapacağınız bir master sizi iş konusunda daha da güvenli bir alana taşırdı.

Üniversitede kalıp öğretim görevlisi olma şansım vardı, çok da istiyordum aslında, insanlara bir şeyler öğretmek hep ilgimi çekmişti, maaşı düşük diye yapmadım.

2 yıl bir denetim firmasında çalıştıktan sonra en güvenli iş yeri olarak gördüğüm İş Bankasında çalışmaya başladım. Bankacılığı sevip sevmemem üzerinde fazla durmadım. Güvenli olması önemli ve yeterliydi.

40 yaşıma geldiğinde ise bambaşka bir yola girerek sevdiğimin peşinden gitttim, yazarlık ve koçluk yapmaya başladım.

23 Mayıs’ta İzmit’te düzenlenecek olan Doğu Marmara İnsan Kaynakları ve İstihdam Fuarı’na davet edildim, konuşmamın konusu “İşini Seç, Hayatını Seç”. Üniversite öğrencilerine meslek seçimi konusunda bildiklerimi aktaracağım.


Konu biraz dağıldı farkındayım, evet ne diyorduk, güvenli olan her zaman en iyi seçenek olmayabilir. Bunu fark edip değiştirmek istediğinizde yapmanızı tavsiye edebileceğim şeylerden belkide ilki ise konfor alanınızı tasvir edip dışına çıkmak için minik de olsa bir adım atmak.

Konfor alanı, kendimiz ve hayat hakkındaki düşünce ve inançlarımızla oluşturduğumuz güvenli bölgemizdir. Diğer bir deyişle, kim olduğumuz ve dünyayı nasıl algıladığımızdır.

Mevcut düzenimizi bozmadan, minimum bir çaba ile ortalama bir performans göstererek yaşadığınız ve büyük riskler almadığınız güvenli alandır.

Her insanın her konuda farklı konfor alanları vardır. Aşk konusundaki konfor alanınız uzun zamandır birlikte olduğunuz ve artık herhangi bir şey hissetmediğiniz ancak alışkanlık nedeniyle devam ettiğiniz ilişkiniz olabilir. İş konusunda konfor alanınız kariyerinizde yükselemediğiniz ancak sizi asla işten çıkarmayacaklarını tahmin ettiğiniz maaşlı işiniz olabilir.

Bu alanın içinde kendimizi güvende hissederiz, çünkü karşımıza çıkabilecek olayların çoğu için bir karara sahibizdir. Bu zannedildiği kadar iyi bir şey değildir çünkü bir sonraki adım çoğu zaman insanlar ve olaylar için peşin hükümlü olmaya kadar gidebilir.

Bilinmeyen, insanları genellikle korkutur, bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız zaman kendimizi güvende hissederiz.

Yeni bir seçim yaparak konfor alanını terk etmek çoğumuzu korkutur, çünkü onun dışında ne olduğunu bilmeyiz. Bazen bu korkumuzun üstesinden gelip onun dışına çıktığımız, farklı davrandığımız durumlar olmuştur. Bir kez bunu yaptıktan sonra geriye dönüp baktığımızda neden o kadar beklediğimizi bir türlü anlayamayız.

Benim şu anda yaşadıklarım, deneyimlediklerim bunun en güzel örneği işte. Yazı yazıyorum, koçluk yapıyorum, insanlara faydalı oluyorum, keyif alıyorum ve bir şekilde geçimimi temin ediyorum.

Haftasonu sahilde bir danışanıma rastladım, çantasında benim kitabım duruyordu, ayak üstü biraz sohbet ettik, nasıl bir mutluluk anlatamam. Güvenli alanın dışına çıkmasaydım asla gerçek olmayacak bir hayal olarak kalabilirdi.

Sizinde peşinden gitmeyi ertelediğiniz bir hayaliniz var mı, güvenlik duvarlarının dışına çıkmayı düşünüyor musunuz, küçük bir adım atmaya hazır mısınız?

Koçlukta danışanın kendisini geliştirmek istediği bir konuda çok ufak, minicik bile olsa bir adım atması bu açıdan çok önemlidir.

Açık uçlu mucize sorularla (cevabı evet veya hayır olmayan) danışanı düşündürür ve sorundan ziyade çözüme odaklanmasını sağlarız, çoğu zaman onu gelecekte isteğinin gerçekleşmiş olduğu bir alana taşırız. Mucize sorularla danışanı mevcut kutusunun dışına çıkma konusunda cesaretlendiririz. Daha sonra da çok ufak bir eylem adımı planlamasını isteriz.

Bizler fiziksel bir dünyada yaşayan ruhani varlıklarız, eylem aslında gerçekleştirmek için değil keyif almak için var. Diğer yandan; bu bilgiyi tamamen unutmuş durumdayız ve en azından yeniden hatırlayana kadar eylem adımları gerçekleştirmenin küçük de olsa bir parçası olacak. Başlangıçta konfor alanının dışına çıkmak için, sonrasında hayali şekillendirmek için ve en sonunda keyfini çıkarmak için.

Peki bu adımı atmak için ihtiyacımız olan şey nedir?

Bir şeyi gerçekleştirmek konusunda kalbimizden gelen kuvvetli bir isteğin dışında tek ihtiyacınız olan güvenmek. İlginç değil mi? Güven alanının dışına çıkmak için tek ihtiyacınız olan yine güven. Ama biraz farklı bir güven. Kendinize, Tanrı’ya/Evren’e, ailenize, arkadaşlarınıza ve hiç tanımadığınız insanlara, geleceğe güvenin.

Kendinizi boşluğa bıraktığınızda aslında düşmeyeceğinizi, ya yeni bir yol belireceğini yada  mutlaka bir dala tutunacağınızı fark edeceksiniz. Matrix filminde anlatıldığı gibi.

“Orada olduğunuzu biliyorum. Sizi hissedebiliyorum. Korktuğunuzu biliyorum. Bizden korkuyorsunuz. Değişimden korkuyorsunuz. Gelecekte ne olacağını bilmiyorum. Size nasıl biteceğini söylemek için gelmedim. Nasıl başlayacağını söylemek için geldim. Telefonu kapatacağım. Ve sonra bu insanlara, sizin, onların görmesini istemediğiniz şeyi göstereceğim. Onlara bir dünya göstereceğim sizin olmadığınız bir dünya. Kuralların, kontrolün, sınırların ve sınırlamaların olmadığı bir dünya. Her şeyin olabileceği bir dünya. Buradan nereye gideceğinizi size bırakıyorum.” (Neo)

 

11 Nisan 2013 Perşembe

havuz problemine farklı bir yaklaşım - 27,5. hafta bulteni


Merhaba; 27,5. Hafta bülteni ile birlikteyiz. Bu yazımda havuz problemi olarak bilinen fenomene farklı bir açıdan yaklaşmayı denedim. Eğitim hayatımızda bu konu üzerinde özellikle durulmasının nedenini çözdüm sanırımJ. Bakalım siz de bana hak verecek misiniz?

Havuz problemlerini bilirsiniz, hacmi veya hacmi hesaplamaya olanak veren ölçüleri tanımlanmış olan bir havuz vardır ve bazı problemlerde her ne hikmetse bu havuza hem su dolmakta hem de aynı anda suyu boşaltılmaktadır. İkisinden birinin daha fazla gerçekleştiği durumda havuzun ne kadar sürede dolacağını veya boşalacağını hesaplarız bizde.

Peki, konunun hayatımızı etkilemek anlamında bir önemi olabilir mi, gözden kaçırdığımız bir noktaya işaret ediyor olma olasılığı nedir? Bence gayet yüksek ve nedenini bulduğumu düşünüyorum açıkçasıJ.

Bizler enerjisel varlıklarız, enerji seviyemiz değişiyor, yaydığımız enerji yüksek olduğunda daha çok güzel ve keyifli olaylar ve insanlarla karşılaşırken düşük enerjili zamanlarımızda genellikle keyifsiz insanları ve olayları hayatımıza adeta davet ediyoruz.

İnsanları ve olayları davet eden enerjimiz bir havuzda toplanıyor, hepimizin içinde bir enerji havuzu var. Bu havuzu dolduran musluklarımız ve suyun boşalmasına neden olan çatlaklarımız var. Enerjimizi artıran şeyler havuzu dolduran musluklar, enerjimizi düşüren şeyler ise havuzdaki çatlaklar. Ayrıca buharlaşma nedeniyle de havuzdaki su miktarı yani enerji azalabiliyor.

Her insanın enerji havuzunu dolduran muslukları farklı olacaktır. Size keyif ve neşe veren, ögürlük hissi yaşatan olaylar ve insanlar sizin musluklarınızdır.

Sevdiğiniz işi yapmak, sevdiğiniz insanla birlikte uyanmak, çocuklarınızla oyun oynamaktan tutun da keyifli bir kahvaltı, güzel bir kahve, dostlarla sohbet, sahilyolunda bir yürüyüş her şey olabilir.

Günde en az bir saatimizi bilinçli olarak bize keyif veren aktivitelere ayırarak başlangıç için güzel bir adım atabiliriz.

Herkes için geçerli formüller yaratmanın zorluğunu biliyorum ama yine de deneyelim. 15 dakika spor, egzersiz veya yürüyüş, siz her neyi yapmayı seviyorsanız. 15 dakika size keyif veren bir şeyleri okuma; kitap, dergi, gazete, mümkünse resmi az yazısı bol ve size güzel hayaller kurduran metinler olsun. 15 dakika boyunca sadece ona odaklanarak müzik dinlemek, şarkı söylemek veya dans etmek. 15 dakika ise bize keyif veren veya bizi güldüren bir şeyler izlemek. Cem Yılmaz kesinlikle favorim.

Sonra sıra çatlakları olabildiğince kapatarak enerji sızıntısını önlemekte. Enerjinizi çalan olaylar ve insanlar kimler? Enerji seviyeniz değişince belli bir süre sonra ortadan kaybolacaklar, ama başlangıçta biraz bilinçli çaba ile daha hızlı yol alabiliriz.

Dikilmemiş bir düğme, gidilmek istenmeyen bir davet, süresi geçmiş araç muayenesi, ödenmemiş vergi, en azından bunların bir listesini çıkarıp sizi zorlamayacak bir tarih planına bağladığınızda işlerin hepsini yapmasanız bile kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

Enerji buharlaşması olayı var bir de. Özellikle sıcak havalarda yani benim tercümemle kızgın olduğunuzda enerjiniz buharlaşır.

Peki genel olarak niye kızarız? İnsanların çoğu zaman bizi kızdırmak gibi bir amaçları yoktur, bir şeyler olur, biz kurban rolü oynamayı seçeriz ve önce insanlara/olaylara, sonra da kendimize kızarız.

Kızdığımız olayları kendi gelişimimiz için fırsat olarak görmeye başlayın bakalım, özellikle de sık tekrarlanan senaryoları. Bakış açınız değiştiğinde illüzyonu fark edeceksiniz ve fark edilen her illüzyon bir süre sonra mutlaka çözülür.

Havuz enerjisini bilmek bize başka neleri kazandırır?

Büyük bir havuz hemen dolmaz ve hemen boşalmaz. Enerji seviyeniz (havuzun su seviyesi) düşükse ve biran önce enerjinizi yükseltmek istiyorsanız bu çoğu zaman mümkün olmaz, adım adım ilerlemeli ve sabırlı olmalısınız.

Kendisini bitki gibi depresyonda hisseden bir insanın bir saat sonra içten gelerek kahkahalar atmaya başlaması ve kendisini harika hissetmesi çok doğal bir durum değildir.

Belki önce kızgınlık, sonra kabullenmek, ümitlenmek ve keyiflenmek gelebilir ama biraz zamanla ve sırayla.

Benzer şekilde kendisini çok keyifli hisseden bir insanın bazı olağanüstü haller dışında bir an içinde kendini kötü hissetmeye başlaması da normal değildir.

Enerjinin düştüğüne dair sinyaller gelir, ciddiye almayız, havuz yavaşça boşalır, önlem almayız ve bir bakmışız su iyice azalmış ve artık yüzmek mümkün değil.

Tabii ki tankerle su getirip havuza boşaltabilirsiniz ama bu geçici bir çözüm olur.

Kalıcı bir çözüm istiyorsak enerji çatlaklarımızı gözden geçirmeli ve her gün en az 1 saat havuzumuza temiz su pompalamalıyız.

Herkesin enerji havuzunun dolu olduğu güzel bir hafta dilerim. Sevgiler.


P.S.: Bültenlere ve koçluk hizmetlerine ilişkin soru ve önerilerinizi mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine iletebilirsiniz.

8 Nisan 2013 Pazartesi

Keyifsizlik üzerine keyifli bir yazı; 27. Hafta bülteni


Merhaba; yine bir Pazartesi akşamında keyifsizlik üzerine kısa bir bülten ile birlikteyiz. Ne yani siz benim hep keyifli olduğumu mu sanıyordunuz? Okuyunca belki şaşıracaksınız ama benimde keyifsiz olduğum dönemler olabiliyorJ.

Cumartesi günü harika bir hava vardı; bol güneş, masmavi gökyüzü, yaprak kıpırdamıyor, sıcak. Bizde öğleden sonra arkadaşlarımızla birlikte Caddebostan Sahili’nde piknik yaparak güzel havanın tadını çıkardık.

Pazar günü ise tam aksine kapadı hava, rüzgarlı ve nispeten soğuktu. Nereden çıktığı belli olmayan delicesine bir rüzgar tüm güne damgasını vurarak özelikle açık hava faaliyetlerini zorlaştırdı.

Keyifsizlik çoğu zaman aniden çıkan bir rüzgar gibi girer hayatımıza, her zaman belirli ve büyük bir nedene dayanmak zorunda değildir, davetsiz misafir gibi kapıda belirir ve izin istemeden içeri dalar.

Peki bu durumda ne yapmalıyız, hemen keyfimizi artırmaya çalışmak her zaman doğru yöntem midir?

Rüzgar çıktığında ne yaparsınız? Onunla mücadele etmeniz bir işe yarar mı? Bir keresinde 47 kg. olan rahmetli Teyzem rüzgarın şemsiyesini ters çevirmesi ile birlikte havalanıp yere düşmüştü.

Keyifsizliği kabaca ikiye ayırıyorum, bu yazının konusu olan nispeten kısa süreli ve belli bir olaya dayanmak zorunda olmayan keyifsizlik ile daha uzun süren ve/veya arkasındaki olayı net olarak tespit edebildiğiniz keyifsizlik.

Kişisel gelişim konularına merak duyanlar ve özellikle de yeni başlamış olanlar keyifsizlikle mücadele etmeye ve sürekli bir keyif alma haline ulaşmaya çalışıp bu süreç istedikleri gibi gitmediğinde şaşırıp pes edebiliyorlar.

Sürekli keyifli, neşeli olup bulutların üzerinde dolaşmak ve gülücükler dağıtmak çok güzel olurdu, belki de olmazdı, bilemiyorum. Ama bir insanın sürekli olarak keyifli olmasının çok da mümkün olmadığını düşünüyorum. İniş ve çıkışlar olacaktır.

Bu nedenle kendinizi keyifsiz hissettiğinizde bunu olumsuz bir durum olarak algılayıp değiştirmek için sabırsızca ve çok fazla çaba sarf etmek bir tür direnç oluşturarak sizi daha da aşağılara çekebilir.

Peki yapılması gereken ne veya benzer durumlarda ben ne yapıyorum?

Öncelikle keyifsizlik durumunu içten bir şekilde kabul edip ona sarılın ve rahatlayın. Kendinize, her gün keyifli olma zorunluluğunuz olmadığını hatırlatın. Daha sonra bu durumun geçici olduğunu aklınıza getirin. Daha öncede keyifsiz günler geçirmiş ancak bir şekilde daha sonra neşeli günlere ilerlemiştiniz.

Nasılki rüzgar sonsuza dek esmez ve birden sanki hiçbir şey olmamışcasına kesilirse sizin keyifsizliğinizde hiçbir şey yapmadığınızda bile kısa bir süre sonra sona erecek. Süreyi oluşturacağınız direnç ile kendiniz belirleyeceksiniz. Ne kadar az direnç o kadar kısa süren keyifsizlik durumu diyebiliriz.

Aslında özetle şunu söylemek istiyorum; kendinizi keyifsiz hissettiğinizde bunun son derece normal ve geçici olduğunu bilin. Hemen bir cem Yılmaz DVD’si izleyeyim, bir iki kişisel gelişim kitabı karıştırayım o da olmazsa kendimi dışarı atayım moduna girmenize gerek yok.

Canınız ne istiyorsa onu yapın, kalın eşofmanlarınızı giyip battaniyenin altında uyumak istiyorsanız kendinize engel olmayın, keyifsizliğin keyfini çıkarın :).

Perşembe günü çocukluğumuzun eğitim sembollerinden havuz problemine farklı bir bakış açısı ile yaklaşacağım, görüşmek üzere sevgiler.
P.S.: Bültenlere ilişkin sorularınızı ve koçluk / seminer hakkında merak ettiklerinizi mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine yönlendirebilirsiniz.
 

 

4 Nisan 2013 Perşembe

Sihirli cevaplar ve hayal kurmak - 26,5. hafta bülteni


Merhaba; yine bir perşembe akşamında bu kez 26,5. hafta bülteni ile birlikteyiz. Bugün iki ayrı yazı var, “sihirli cevaplar” isimli yazıyı kendi deneyimlerinden yola çıkan arkadaşım Begüm yazdı. “Hayal kurmak” isimli diğerini ise, “adama bak, artık kendisi yazmıyor, yok artık” demesinler diye ben yazdım. Şaka, şaka; yazmadan duramıyorum zatenJ. Umarım keyifle okursunuz.

BEGÜM

SİHİRLİ CEVAPLAR

Anlaşılamamak....kendini ifade edememek....konuşurken karşısındakine ulaşamadığını hissetmek....

Yataklara düştüm, hasta oldum, bitkinleştim bu yüzden son hafta ben....niye kimse beni anlamıyo dedim, niye bana sormadan benimle ilgili kararlar alınıyo dedim...benim ne istediğimi niye kimse ciddiye almıyo dedim....

Çırpındım çırpındım ısrar ettim direndim anlatmaya çalıştım, kibarca tüüümm iyi niyetimle uğraştım....

Ama öyle buz gibi bi sonuç oldu ki...yıkıldım sonunda ,inanamadım...hayır !! Bu bi şaka olmalıydı ?

Deneniyor olmalıydım, birazdan telefonum çalacak ve "şaka şaka" diyeceklerdi bana, ben de derinden bi ohhhhh çekecek , rahatlayacaktım...

Ve sonra da muhtemelen,mutlu mesut hayatıma devam edecektim,kendimden hoşnut etraftan hoşnut....büyük ihtimalle başka bi krize kadar da her şey güzel olacaktı....

Ama....öyle olmadı,çalmadı o beklediğim şaka olduğunu söyleyecekleri telefon....gerçekti bu,evet kimse beni dinlemeden anlamadan hem de ne istediklerimi bildiği halde üzerime gelmeye karar vermişlerdi....haklı olduğum için,hakkımı savunduğum için cezalandırılıyodum !!!!! ( Evet hislerim bunlardı ,şu an bunları olayın sonrasında yazmış olsam da hislerim o kadar güçlü ki hala o an'mış gibi yaşayabiliyorum....)

Çok ağladım,çok üzüldüm...kimseye zarar vermek değildi niyetim sadece rahatsız edilmemekti ama cevap en istemediğimi bana vermek oldu....bunu uygun görmüşlerdi demek....ben bunları hak edecek ne yapmıştım  ?

O kadar üzüldüm ağladım ki evet hasta ettim kendimi...karda kışta hasta olmayan ben olanları hazmedemeyince yataklara düşmüştüm....

Üstüne üstlük bi de tanıdık bi histi bu...geçmişteki acılarımı da dürtmüş,üzerlerine kapadığım örtülerin açılmasına sebep olmuştu....offfff...her şey üzerime mi geliyodu ne ? Herkes bana karşı mıydı yoksa ?

....Eyvah eyvah..... Nası yani ? Ne olacaktı peki ? Ne yapacaktım ? Nası çözecektim ? nası halledecektim.....

Aha !!!! Bi dakka dedim,ne güzel sorular bunlar...hep böyle sordum kendime : ne yapacaktım ? Nası çözecektim ? Nası halledecektim ? ....

Acaba isin sırrı burada olabilir miydi ?

Kendim çözmeye çalışırken iyice içinden çıkılmaz hale getirmiş olabilir miydim olayları ?

Kendim bu hale getirip sonra da etrafı mı suçluyordum yoksa ???

Olabilir miydi ?....

Bilemedim..gururum bağırıyordu içerden : saçmalama !! sen nası da uğraştın,didindin iyi niyetinle hakkınla çözmeye çalıştın,ama onlar göremediler bunu, kötüler pis insanlar vb.....

Belki doğruydu bu söylenenler ama içime sinmeyen bişe vardı bu cümlelerde....sanki bişeleri gizlemek istiyordum,hıncımla öfkemle,haksızlığa uğraşmış olduğumu düşünmek .....

Düşün düşün düşün....

Yok olmadı çıkamadım içinden....

Sonra baya bi sonra artık üzülmekten bitkinleşince : bi dakka dedim !!!!

Hani su hep söylenen şey var ya : KABUL ETMEK !!! AKISTA KALMAK !!!

Al iste sana fırsat ? Denemeli miydim bunu acaba ? Çünkü kendimi o kadar çaresiz hissediyodum ki gerçekten labirentte kaybolmuş gibiydim ve yanlış yola nerde girdiğimi bulamıodum....peynirin kokusunu alıodum ama iyice panik yapıp karmakarışık kalakalmıştım ortada …

Deriiiinn bi nefes aldım....kafamdaki tüm düşünceleri,kızgınlıkları,kırgınlıkları,öfkeyi,intikamı,hıncı....hepsini susturdum o saniye için...STOP dedim !!! Tamam bi dakka dedimm...durun dedim !!! Sizin sayenizde elime gecen kazandığım bişe olmadı bak hırpalanmış durumdayım dedim ,susun dedim !!!!

Aklımdan gelen hiç bi fikri dinlememe kararı aldım...

Peki dedim : ne yapayım şimdi ? Yol göster bana ? Kendi düşüncelerimle yaptıklarım olmadı çok kötü hissediorm su an kendimi,hadi bakalım akış mısın kabul musun gel bana yol göster dedim :)) gerçekten dedim ama,tüm kalbimle dedim,hissederek dedim,gerçekten yardım isteyerek dedim.....dua gibi,sığınma gibi,güç istemek destek istemek gibi.....

O dakikada geldi cevap içime :)))

Gözlerimin ıslaklığı daha silinmeden yüzümde kocamaaaann gülücükler oluşmaya başladı :))

Cevabin zihnimden değil de asıl istediğim yerden çoook daha içerden geldiğini nerden anladım : hiiçççç  planımda olmayan,hatta mantığıma ters düşen,kağıt üzerinde tuhaf duran amaaaaaaa beni çoooookk heyecanlandıran ,kendimi bildim bileli yapmak istediğim biseyi yapmamı öneren çözümdü bu !!!!

Her şeye ters ama içime sinen :)) hımmmmm o zamana kadar ki yaptıklarım genelde kuralına uygun mantıklı şeylerdi ve sonucunda geldiğim yer ortadaydı !!!!

Bu demek değil ki şimdiye kadar hep yanlış yapmışım,mantıklı yaptığım her şey yanlıştır vb...hayır tabii ki değil ama asil önemli kısmı çoğu zaman unuttuğumu fark ettim....


Her seferinde bu kadar zorlanarak acı çekerek mi öğreneceğim yolumu, yoooo bence hayır, zihnimi mantığımı dinleyerek çözmeye çalışmayı bırakıp, bir dakikalığına da olsa düşüncelerimi durdurup o soruyu sorarsam,içten gelen gücümü dinlemeyi seçersem kulak verirsem o çözümü o zaman duyabilirim ;) yani ille de acı çekip zorlanmama gerek yok sanki ;))

Hımmmm :) böyle düşündükçe enerjimin yükseldiğini fark ettim ayni zamanda :) waauuaawww !!!! Demek bişeler işaret ediodu sanki güzellikleri :) peynirin kokusu daha da yakından gelmeye başlamıştı ;))

Saptığım yolda durup dövünmeyi bırakırsam eğer, beynimdeki dırdırları susturup içerdeki asıl sesi duymaya çalışırsam, çözümü kendi zihnimdeki öğretilmiş bilgilerde aramak yerine, bi bilene sorsaydım içimdeki bilene :)) o adini koyamadığım güce bi sorsaydım ....ahanda cevap oradaydı işte !!!! Bi adım ötemde ;)

Anladım ki, an’da kalmak dedikleri bu olmalıydı ? Olayı yargılamamak,kendi değerlerime göre olayları ve kişileri etiketlememek,yorumlar yapmak,gereğinden fazla çılgın aşırı tepkiler verip bünyeme zarar vermeden.......sadece bi saniyecik durup,sadece çok içten şekilde sormak o güçlü sese....

evett....bunu alışkanlık haline getirmek istiyorum!!!!

Hep böyle canımı yakan olaylarda sanki mecburen bu deneyimi yaşamışım gibi oluo, belki de pratik oluodur bu bilemedim ;)


Keyifli olduğum zamanlarda da o sese kulak verirsem daha çabuk alışırım galiba ! ;)

Böylece her şeyle uğraşarak elde edebileceğime dair düşüncelerim azalmış olur,hayati daha keyifli ve kolay hale getirebilirim,daha rahat yasayabilirim die düşünuorm ;) ne de olsa direnç bünyeye de enerjiye de zarar veren bi deneyim,zorlayıcı deneyim, bundan vazgeçmeyi öğrenmem gerek..

Kendim öğretilmiş bilgilerimle halletmeye çalışmak yerine, akışı kabul etmek bu olmalıydı.....

Kuşlar gibi hafiflemiştim :))

Hem içinde olduğum sıkıntıdan kurtulduğum için rahatlamıştım hem de bu büyük farkına varışım için rahatlamıştım :)

Kendimi daha güçlü hissediodum :)

Ve o içimdeki anlaşılamamışlık duygusu,kendini ifade edememiş olma hissi, yerini : hımmm demek bu durumu fark edebilmek için bütün bu olanlar yaşanmış duygusuna bırakmıştı

Daha az önce öfkeden kudurup çıldırdığım insanlara , bu keşfimi sağladıkları için teşekkürler ediyordum :))

Kişisel algılamak yerine,demek akış buymuş dedim :))

Yaşasın dedim !!!!

Olley dedim !!!

Ps : canımız sıkıldığında,içinden çıkamadığımızda,mantığımızla çözemediğimizi gördüğümüzde öfkeye kapılıp kendimizi kaybetmektense bi dakika durmak..ve sormak,yardım istemek  ……..

işte o sihirli cevaplar  o zaman gelio ;)))

MERT

Bir şeyleri gerçekleştirmek için herkesin izlediği farklı yöntemler vardır ama her şey önce zihinde bir hayal ile başlar. Gerek kişisel gelişim gerekse koçluk kişinin geleceğe dair hayaller kurmasını önemser ve desteklerler.

Hayatta elde edebileceklerinizin sınırını, hayal gücünüzün sınırları belirler.

Zihnimizden her gün binlerce düşünce geçer. İsteklerimizi ve hayallerimizi bulduğumuzda ve yazdığımızda, bu düşüncelerin geri kalan binlerce düşünceden daha önemli olduğunu belirtmiş oluruz. Bunun üzerine zihnimiz fırsatları araştırmaya başlar.

Hayallerinizi şu anki gerçekliğinizle sınırlamaya kalkmayın. Şu anki gerçekliğinizden bağımsız olarak sizi ne mutlu edecekse onu isteyin, hayal edin ve yazın.

Hayalini seç, hayatını seç.

Kişisel gelişim anlamında iyi bir hayal demek, pozitif odaklı ve detaylı bir resimdir. Bu resmin içinde 5 duyumuzla algıladıklarımızı hayal etmelisiniz.

Hayaliniz olabildiğince canlı olsun; hangi mevsim, gündüz mü gece mi, evin içinde misiniz dışarıda mısınız, yalnız mısınız yoksa yanınızda başka insanlar var mı?

5 duyu organımız ile algıladığınız çevresel özelliklerin dışında resimdeki kendinize iyice odaklanın. Kendinize dışarıdan bakmaya çalışın. Bir kamera kaydını izler gibi düşünebilirsiniz. Hayalinizdeki kişi olarak neler yapıyorsunuz ve neler hissediyorsunuz, bunları gözünüzün önüne getirmeye çalışın.

Örnek olması açısından bende bu yaza dair hayallerimden bir tanesini yazdım ve sizlerle paylaşıyorum. Pazartesi görüşmek üzere, sevgiler.

BODRUM BODRUM

Sabah erken uyanmayı seviyorum. Ayaklarımın ucuna basarak alt kata indim, herkes uykuda sanırım. Bahçeye çıktım, çıplak ayaklarla yürüdüm çimenlerin üzerinde, yüzümü güneşe döndüm ve kalbimi ısıtmasına izin verdim. Kuşlarla birbirimize alıştık, selamlaştık. Satsuma ağaçlarından birisinin altına oturdum, kokusunu içime çektim ve sessizliği dinledim.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama denizin beni çağırdığını hissettim, deniz kokusu geldi burnuma, bir dejavu hissi gibiydi, tanıdık ve güzel. Şortumu giydim, havlumu aldım, arabaya atladım, motor ısınmadan deniz kıyısına park ettim.

Önce kısa bir yürüyüş yapmaya karar verdim. Oldum olası çıplak ayakla kumsalda yürümeyi severim, minik dalgalar ayaklarımı ıslattı, minik taşlar biraz canımı acıttı ama durmadım ve yürüdüm hedeflediğim iskeleye kadar, sonra da aynı yoldan geri döndüm ama yol farklıydı sanki, her adımda yeni güzellikler vardı.

Havlumu kırık bir şezlongun üzerine bırakarak koşarak sulara attım kendimi. Soğuk suya inat uzun süre yüzdüm ve yüzdükçe berraklaştı zihnim. Kıyıya yakın yerlerde kendimce oynadım biraz çocukluğumdaki gibi, bazen yunus oldum bazen minik bir gümüş balığı.

Dışarı çıktım, havluma sarındım, biraz kurulandıktan sonra köşedeki çay bahçesinde güneş alan bir masaya oturdum, açık bir çay söyledim, bardağın ellerimi ısıtmasına izin verdim.

Biraz keyif yaptıktan sonra bakkala uğradım, ekmek ve gazete aldım. Dayanamadım ucundan kopardım taze ekmeğin, tadı hoşuma gitti, çocukluğumu hatırlattı yine bana.

Eve döndüm, herkes uyanmış artık, Özge çayı demlemiş, verandada keyif yapıyor, kızlar bahçede frizbi oynuyorlar. Birazdan kahvaltı ederiz acıkmaya başladım.

Yediğimiz yine peynir, zeytin, domates ve yumurta ama nedense burada her şey daha lezzetli. Sonra da sofrayı toplar türk kahvesi içeriz, fallar da hep güzel çıkar Bodrum’da.

Canımız çekerse denize gideriz, belki de havuz başında kitap okuyup tembellik yaparız, kızlar da büyüdü nasılsa.

1 Nisan 2013 Pazartesi

6 ayın özeti – 26. Hafta bülteni


Merhaba; 26. Hafta bülteni ile birlikteyiz. Hayatımı seçeli tam 6 ay olmuş. Bugünün ayrı bir özelliği daha var, 3 yaşındaki küçük kızım Ada yuvaya başladı. Zamanın ne kadar hızlı aktığının bir göstergesi, eşimin doğum yapmasını ve iş arkadaşlarımın öğle tatilinde bizi hastanede ziyarete gelmesini daha dün gibi hatırlıyorum. Bugünkü bültende geçen 6 aydan kendimce çıkardığım sonuçları kızlarıma bir mektup şeklinde paylaşmaya karar verdim. Umarım sizlerde keyifle okursunuz.

Sevgili Duru ve Ada;

Sizleri çok sevdiğimi söylemekten vazgeçmeyeceğim, bunu biliyor olmanızın bir önemi yok, paylaşıldıkça artar sevgiler. Gece yattıktan sonra sizi odalarınızda ziyaret etmeyi ve sizi seyretmeyi de çok seviyorum.

Babanız bundan 6 ay önce radikal bir karar alarak son derece güvenli ve iyi getirili işini bırakıp hayallerinin peşinden koşmayı seçti. Artık çok daha farklı bir işim ve yaşamım var. Benim kitaplarımı gördüğünüz yerde çok sevinmeniz beni de sevindiriyor, diğer yandan henüz koçluk yapmanın ne demek olduğunu tam olarak anlamadığınızı biliyorum.

Sizlerin doğal olarak içinde bulunduğu ruh halini büyüyünce unutabiliyoruz, bunu yeniden yakalamaya ve diğer insanların da hatırlamasına yardımcı olmaya çalışıyoruz diyelim.

İnsanın en doğal hali sizin de çok iyi bildiğiniz gibi neşeli olmak ve benim en iyi öğretmenlerim tabii ki sizlersiniz. Özellikle de güne başlama enerjinize bayılıyorum. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğlenen insanlar müzik dinler, şarkı söyler ve dans eder. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum sabahları, bazen sizle keyifli bir oyun haline getirdiğimiz de oluyor. Bu halinizi kaybetmeyin, en önemli şeyin neşe olduğunu ve dans etmenin harika olduğunu unutmayın.

Çocukluk hayallerinizi önemseyin ve biz ne dersek diyelim peşinden gitmek için çekinmeyin. Her insanın farklı bir öğrenme süreci vardır, bazen hata yaparak öğreniriz, hata yapmaktan korkmayın. Önemli olan hatalardan ders çıkarmak ve hızlı bir şekilde ayağa kalkıp yola devam etmektir.

Geçtiğimiz 6 aya baktığımda ben de bazı hatalar yapmış olabilirim, bunu art niyetle yapmadım kuşkusuz, bazen sabırsız yapım bazen bakış açımın farklı olması bunları yaratmış olabilir. Ama hepsinden derslerimi aldım, yinelememeye çalıştım ve daha iyisini yapmak için bana ilham vermelerini diledim.

Hata yapma korkusu ile farklı şeyler yapmaktan çekinmeyin.

Şu an olduğu gibi Evrene ve insanlara güvenmeye devam edin. Akşam eve geldiğimde sizin çok sevdiğiniz ve bütün gün hayalini kurmuş olduğunuz gazoz veya sürpriz yumurta ile eve geldiğimdeki sevincinizi hatırlayın. Evren’in işleyiş şekli tam olarak da bu şekildedir, temiz bir kalple dilediğiniz şeylerin size gelmemesi mümkün değil, bazen sabırlı olmanız gerekebilir ama inancınızı asla yitirmeyin.

Oyun oynamanın önemini ve keyfini unutmayın. Hayat siz ona nasıl bakarsanız size öyle karşılık verecektir. Savaş olarak bakarsanız göreceğiniz savaş olur. Oyun olarak bakarsanız her zaman daha güzel ve keyifli olacağı kesindir.

Arkadaşlarınıza ve paylaşmaya önem verin. Paylaşım çoğu zaman keyfi artıran bir unsur olarak karşımıza çıkar. Elinizden geldiğince sizde arkadaşlarınıza yardım edin ve içinizdeki iyiliği dışarı yansıtın, ben hep öyle yaptım.

Dürüst olmaya devam edin, en kötü gerçek en iyi yalandan iyidir. Korktuğunuz için yalan söylediğinizde sizi anlayabilirim ama emin olun korkmanız için bir neden yok. Burası güvenilir bir gezegen ve genel olarak insanlara güvenebilirsiniz.

Son 6 aya baktığımda bunu daha rahat görebiliyorum. Kendime inşa ettiğim ve bir müddet sonra beni sıkan güvenlik duvarlarının dışına çıktığımda hayata daha yakından bakma fırsatım oldu. Çok güzel insanlarla ve onların getirdiği harika güzellikler ile tanıştım.

Arabamı ücretsiz tamir eden kişilerden tutun da kitabımı ve koçluk hizmetlerimi benden daha çok tanıtan insanlara kadar çok güzel olaylar yaşadım.

Siz dünyaya güvenerek baktığınızda ve yaklaştığınızda onun daha farklı bir karşılık vermesi mümkün değildir. Her şey bakış açınızda gizli olacak. Çocukluğunuzdaki iyimser bakış açısını korumaya çalışın.

Çok istediğiniz ipad’i kumbaranızda biriken paralarınızla da alabilirsiniz,  size hediye olarak da gelebilir. Yaşamın sırrı buradadır, sizin yapmanız gereken dilemek ve gerçekleşmesini beklemekten ibaret. İstediklerinizi elde etmek için çok çaba göstermeniz gerektiğini söyleyenlere itibar etmeyin, sadece çok çaba sarf ederseniz değerli ve kıymetli olacağı şeklindeki masallara da inanmayın.

Diğerlerinin ne dediğine çok takılmayın zaten genel olarak.
 
Sizin için önemliyse önemlidir ve peşinden gitmeye değer.

Haftaya görüşmek üzere, sevgiler.