Merhabalar; perşembe günlerine özel kısa
ara bülten ile karşınızdayım. Bu hafta oyun teorisinden bahsettim ama
bildiğiniz oyun teorisi değil, daha farklı bir açıdan yaklaşmaya çalıştım
konuya. Keyifle okumanızı dilerim.
Oyun modelleri başlıca iki varsayıma
dayanmaktadır. Bunlardan bir tanesi sıfır toplamlı oyun modelidir. Buna göre;
taraflardan birisinin kazancı diğerinin kaybı anlamına gelmektedir.
Farkında olarak veya olmadan
sıfır toplamlı oyun modelini benimseyip hayatımıza uyguladığımızda sıklıkla
düştüğümüz hatalardan birisi; istemekle başkalarının bir şeyi istemesine ve
elde etmesine engel olduğumuzu düşünmektir. Çok fazla şeye sahip olduğunu
düşünen ve bu konuda her gün şükreden bir insan bile yeni şeyler isteyebilir.
Evrenin kaynakları sınırlı değil,
bizim isteklerimizin gerçekleşmesi başka insanların isteklerinin
gerçekleşmesini kesinlikle engellemiyor.
Bu kısa girişten sonra gelelim konunun
kalbine.
Oyunları nasıl oynadığımız ile hayata nasıl
baktığımız ve hayat oyununu nasıl oynadığımız arasında büyük paralellikler var.
Buna zaten inanıyordum ama bu hafta
yaşanan bir olay daha da iyi pekiştirdi konuyu kafamda.
Büyük kızım Duru ile Boggle Slam adında
basit bir kart oyunu oynuyorduk, Özge de o sırada bir yandan bizi izleyip bir
yandan Ada’ya yemek yediriyordu sanırım.
Boggle Slam hızlı tempolu, 4 harfli bir
kelime oyunu. Oyunda iki kişi birbirine karşı yarışıyor, yerdeki kelimeyi
değiştirmeye çalışarak elinizdeki kartları bitirmeye çalışıyorsunuz.
Oyunda bütün harflerin yerine geçebilen
2 şer tane joker kullanılması mümkün iken ben asla joker kullanarak
oynamıyorum.
Özge bana neden joker kullanmadığımızı
sorduğunda hiç düşünmeden “ben joker
sevmem” diye cevap verdim. Sonra aklıma takıldı ve müsait bir zamanımda bu
konu üzerinde derinlemesine düşünmeye çalıştım.
Diğer oyunları düşündüm, özellikle
iskambil oyunlarının bir bölümünde joker kullanılabilir, ama ben bir desteği
aldığımda ilk yaptığım şey jokerleri çıkarmak ve hatta mümkünse çöpe atmaktır.
Sahi ben neden joker sevmiyordum?
Sanırım ben cevabımı buldum. Ben bir
şeyleri yardım almadan yapmayı seviyorum, çünkü diğer insanlardan yardım
isterken zorlanıyorum (eskiden daha fazla idi, yeni hayatımda bu konuda
gelişmeler sağladım ama henüz jokerlerle barışacak kadar değilJ).
Diğer insanlardan yardım istemenin
hiçbir kötü yanı yok, hatta içlerinden gelerek yardım ettiklerinde onlar
açısından da müthiş bir keyif ve mutluluk.
Ama bir şekilde öyle kurgulamışım işte
küçükken. Çocukken en sık duyduğum cümlelerden birisi “valla kendi işini kendin
yapacaksın, kimseden yardım istemeyeceksin” idi. Anneannem ve teyzemde kalırdım
sık sık, Allah rahmet eylesin, çok güçlü kadınlardı, onlar beraber yaşarlar ve
çoğu işlerini hakikaten kimseden yardım almadan kendileri hallederlerdi, yardım
istemeyi çoğu zaman zayıflık olarak görürlerdi.
Joker benim gözümde işleri kolaylaştıran
bir yardımcı idi, ama ben yardım sevmeyen ve her şeyi kendim yapmaya çalışan
bir insan olarak onu çoktan düşman bellemiştim.
Biraz daha derine indiğimde başka bir
şey daha fark ettim, yine bir kurgu tabii ki ve ilkiyle alakalı. “Alınteri,
emek ve çaba olmadan elde edilen şey değersizdir”. Benim bundan çocuk aklımla
yaptığım ve uzun yıllar sadık kaldığım çıkarım ise bir şey ne kadar zorsa o
kadar değerli ve keyifli olur şeklinde idi. Hatta iki kurguyu birleştirdiğimde;
hem kendin yapmalısın yardım almadan hem de zor olmalı ki daha keyifli olsun
diye muhteşem bir oyun modeli geliştirmiştim anlaşılan.
Yeni hayatımda buna çok katılmıyorum
açıkçası, bir şeyi illa zorlanarak ve tek başımıza yaratmak zorunda değiliz
keyif almak için. Her şey çok kolay ve keyifli de olabilir, yardım almak da
harika bir şey.
Daha da derine, en temele indiğimizde
ise altta yatan “akıllı olduğumu ispatlamak” motivasyonu. Ulan akıllı olsan ne
olacak, aptal olsan ne olacak. Başarının, mutluluğun, hayattan keyif almanın
zeki olmakla bir alakası yok ki. Ayrıca akıllı isen bunu ispatlaman gerekmiyor
ki her dakika.
Şimdi geriye dönüp hayatımı gözden
geçirdiğimde hayatımı gereksiz yere ne kadar zorlaştırmış olduğumu görüyorum.
Şu anda yaptığım iş yaratıcılık gerektiren bir alan ve ben yaratıcılığımı
kullanmayı seviyorum. Bunu üniversiteden ilk mezun olduğumda da yapabilirdim,
ne bileyim bir reklam ajansında çalışabilirdim, şiir kitabı çıkarabilirdim, vb.
Ama oyunu zorlaştırmayı sevdiğim için önce 15 yıl denetim ve finans işinde
çalışarak işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdim ve sonra oyunun ikinci
yarısında muhteşem bir dönüşle skoru lehime çevirmeye çalışıyorum. Be adam
madem bu kadar iyi oynuyordun, ilk yarıda neredeydin?
Duru ile yeni bir oyuna başlamak
üzereydik tam o sırada, kağıtları dizdi ve ADAM yazdı, bu şekilde başlamamızı
önerdi.
Hemen itiraz ettim, bu şekilde çok kolay
olur dedim, daha zor bir şekilde sadece tek sesli harf içeren bir kelime ile
örneğin SERT ile başlayalım dedim, tamam dedi hemen MERT yazdı, olmaz dedim,
özel isimler olmasın. Oyunu zorlaştırıp durdum anlayacağınız, ta ki çocuk isyan
edene kadarJ.
Hepinizin bildiği gibi 4 ay önce yeni
bir hayata atıldım, ama buna rağmen bana hizmet etmeyen bütün kararlarımı
çözmüş ve değiştirmiş falan değilim.
Her gün yeni bir şeyler keşfediyorum
kendimle ilgili ve bu çoğu zaman bana keyif veriyor.
Bundan böyle jokerleri sevmeye karar
verdimJ.
Joker diye güzel bir bar var zaten
Beyoğlu’nda. Nuri Alço isimli kokteyli çok meşhur. Hemm tadı güzel hemde çabuk
sarhoş eden süper bir kokteyl. Orada yaşadığım güzel sarhoşluğu hala yüzümde
güzel bir gülümseme ile hatırlarım.
Siz de kendi hayatınıza bu bültende
anlatılanlar özelinde değişik bir bakış açısı ile yeniden bakabilirsiniz, oyun
oynarken nasıl davranıyorsunuz, oyunlarda ve gerçek hayatta işleri gerekmediği
halde zorlaştırıyor olabilir misiniz?
Belki de ilişkinizi önce karşı tarafı
tükenme noktasına kadar getirip sonra toparlamayı seçiyorsunuz, belki işyerinde
her şeyi hiç yardım almadan kendiniz yapıp kendinizi tüketiyorsunuz. Düşünmeye
değer bence.
Pazartesi akşamı meta programlar
bültenim ile birlikte olacağız. İlişkide olduğunuz ve çatışma yaşadığınız tüm
kişileri yeni bir gözle göreceksiniz. Şimdilik hoşçakalın.
P.S: Kişiye özel koçluk ve kişisel
gelişim semineri konusunda mert.cuhadaroglu@gmail.com üzerinden bana
ulaşıp daha detaylı bilgi alabilirsiniz.
güzel bi yazı olmuş,ellerize sağlık,kişisel gelişim kitaplarindn hiç hoşlanmam sanıırm bu aralar satır aralarına kadar ilgi göstermem gerekiyor.
YanıtlaSilBelki de ilişkinizi önce karşı tarafı tükenme noktasına kadar getirip sonra toparlamayı seçiyorsunuz...bu konu ile ilgili ne yapmam gerekiyor şimdi onu düşüneceğim...
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim, sevgiler.
Sil