28 Şubat 2013 Perşembe

Benim sırrım, 21,5. hafta bülteni


Merhabalar; bir aydır üzerinde çalıştığım ve geçen hafta kendi açımdan emin olduğum bir sırrı sizinle paylaşacağım bu hafta. Bu sır, belki sizinde aradığınız bakış açısı ve yaklaşım olabilir.

Kişisel gelişimde çok önemli olan konular vardır; çekim yasası, ego işleyiş mekanizmaları, bağımlılıklardan kurtulmak, anda kalmak (hayatın akışı ile uyumlanmak), vb. Bu konularda Hayatını Seç isimli kitabımda ve daha önceki bültenlerde detaylı açıklamalar yapmış olduğum için bir tekrara girmek istemiyorum.

Son bir ayda hayatımda çok güzel şeyler oldu, daha öncede oluyordu ama sanki her gün çok sayıda güzel gelişme yaşadığım bir aydı benim için.

Bütün bunları anda daha fazla kalmayı başararak yani hayatın akışı ile uyumlanarak gerçekleştirdim.

Çok kısa bir tanım vermem gerekirse anda kalmak; kendiniz gibi olmak, içinde bulunduğunuz zaman diliminde her ne yapıyorsanız tüm konsantrasyonunuz ile ona odaklanmak olarak ifade edilebilir.

Anda kalmak ve bunun sonucunda iyi hissetmek özümüzün doğal hali olmasına rağmen çoğu zaman bundan uzaklaşır ve bazı yöntemlerle tekrar aynı alana dönmeye çalışırız.

Ben iyi hissetmek, keyfimi artırmak ve enerjimi yükseltmek istediğim zaman şükrettiğim şeyleri yazıyorum. Bunu günde en az bir defa yapıyorum.

Önce gün itibarıyla gerçekleşmesinden memnun olduğum, şükrettiğim olayları yazıyorum, daha sonra da kısa vadede örneğin bir hafta içerisinde gerçekleşeceğine inandığım güzel şeyleri sıralıyorum.

İlk etapta ikisinin arasındaki bağlantıyı kuramadığım için anda kalmak adına da daha çok zihinsel bir çaba sarf ediyordum.

Esas kilit zaten anda kalınan süreleri uzatmak ve bunu zihin seviyesinden doğal bir akışa çevirebilmek.

Etrafınızda bazı insanlar görmüşsünüzdür, neşe, keyif, sağlık, mutluluk bu insanların sanki doğal halidir, hayatlarında hiç kişisel gelişim kitabı okumamış ve koçluk almamış da olabilirler. Ama bir ışıltıları vardır ve bunu hemen fark edersiniz.

Bu insanlar hayatlarını daha çok anda kalarak, şimdide yaşayan insanlardır.

Peki, birisi bize bir sır verse ve bunu uygulayarak anda kalmayı otomatikleştirsek, vallahi harika olur.

Ben kendi açımdan bunun sırrını keşfettim ve sizinle paylaşacağım az sonra.

Önce bir ay öncesine kadar her gün yaptığım yazılı şükür listemin nasıl olduğuna bir bakalım.

XYZ kanalı beni programa davet ettiği ve kayıt harika geçtiği için şükrediyorum.

ABC isimli kitap evi, kitabımı satmaya başladığı için şükrediyorum.

Bu haftaki blog yazıma çok güzel tepkiler geldiği için şükrediyorum.

DEF isimli danışanımla koçluk seanslarımız harika geçtiği için şükrediyorum.

MND isimli okurum kitabımı çok beğenmiş, hayatında olumlu değişiklikler olmuş.

Yeni aldığım kıyafetler için şükrediyorum.

Haftaya arkadaşlarımızla yapacağımız parti için şükrediyorum.

Falan filan işte; ortak özellikleri ne peki, evet, bildiniz, hepsi göreceli olarak büyük ve her gün olmaları pek mümkün değil.

Ne zamanki şükürlerim gerçekten içimden gelerek aşağıdaki hale geldi, bende anda kalmayı başarmaya başladım.

Sabah sağlıklı olarak uyandığım, derin derin nefes alıp temiz havayı içime çektiğim, dumanı tüten güzel bir çayı  avuçlarımda tutarak güne başladığım için şükürler olsun.

Kızlarım yüzlerinde kocaman bir gülümseme ile beni karşıladıkları için, oyun oynarken onları izlemek şansına sahip olduğum için şükürler olsun.

Özge bana sarılarak kocaman bir günaydın öpücüğü verdiği için şükürler olsun.

Kahvaltıdan sonra kendime zaman ayırarak güzel bir kitap okuduğum için şükürler olsun.

Sinemadaki kahvenin tadı muhteşem olduğu için, filmi seyrederken sık sık güldüğüm için şükürler olsun.

Öğlen yemeğinde bir arkadaşımla buluştuğum ve 2 saat keyifli sohbette zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız için şükürler olsun.

Gibi.

Yapabiliyorsanız daha da basite indirgeyin, daha da küçük şeyler için içinizden gelerek şükredin.

Muhteşem gün batımı ve ufkun büründüğü harika renkleri izlediğim için şükrediyorum.

İçtiğim suyun/çayın /kahvenin muhteşem tadı için şükrediyorum.

Vb.

Eğer her gün karşılaştığınız, ve her gün karşılaştığınız için muhteşem olduklarını unuttuğunuz şeylerin farkına varıp bu güzellikler için düzenli olarak yazılı şekilde şükrederseniz emin olun 3 yada 4 hafta içinde çok daha fazla anda kalmayı da başaracaksınız.

Bu ikisinin arasındaki ilgiyi ben ancak geçen ay çözebildim ve bir aydır çok daha mutlu ve keyifli hissediyorum kendimi.

Şimdi tek yapmanız gereken en az bir ay boyunca yaşadığınız minik güzellikler için her gün yazılı olarak şükretmek.

Bir ay sonra emin olun anda kalmanın ne kadar kolay olabildiğine ve hayatınızı çok olumlu bir şekilde etkilemesine sizde şaşıracaksınız.

Peki anda kalmak niye bu kadar önemli. Çünkü bütün yaratım gücü anda aslında, her ne istiyorsanız bunu içinizde olduğunuz anda yapacaksınız. İçinde olduğunuz anda kendinizle ve yaşadıklarınızla ne ölçüde barışık olursanız yaratımınız o kadar hızlı ve kolay olacak.

Bolluk bilinci veya bolluk yasası da bunu destekler. Dışarıya, gerçekten öyle hissettiğiniz için bolluk verirseniz alacağınız da bolluk olacaktır, her anlamda.

İçimizdeki güzelliklerin daha çok farkına varabilmek ve dışarı yansıtmak için yakın çevremizdeki güzelliklere odaklanmak harika bir yöntem kesinlikle.

Sizinle bir sır daha paylaşayım, bir şeyi çok istediğinizde veya sizi heyecanlandıran büyük bir hayaliniz olduğunda bunu size keyif verse bile sürekli olarak düşünmek, listelemek, vizyonlamak zorunda değilsiniz. Evren isteğinizi tek seferde anlar. Hatta bunu bilinçli olarak düşünmeseniz bile anlar. Dualite gerçeğini unutmayın, yaşadığınız size göre kötü deneyimlerden, zıtlıklardan her zaman otomatik olarak aksi yönde istekler doğar zaten.

Sizin isteklerinizin gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmanıza gerek yok, daha çok anda kalın yeter.

Sevgilerimle.

P.S: Kişiye özel tam günlük koçluk ve kişisel gelişim semineri ile ilgili bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

 http://hayatinisec.blogspot.com/2013/02/kisiye-ozel-kocluk-ve-kisisel-gelisim.html

Bültenlerde yer verilen konular ile ilgili olarak veya koçluk hizmetleri hakkında bilgi almak için mert.cuhadaroglu@gmail.com adresine mail atmanızı rica ediyorum.

 

 

25 Şubat 2013 Pazartesi

Patronumla, Kayınvalidemle, Sevgilimle bazen niye anlaşamıyorum? - 21. hafta bülteni


META PROGRAMLAR / DAVRANIŞ MODELLERİ
 

Kendimiz ve dünya hakkında oluşturmuş olduğumuz düşüncelerimiz, inançlarımız, tecrübelerimiz ve almış olduğumuz kararlar ile farklı meta programlar / davranış modelleri oluştururuz. Hepimiz davranış modellerinin bir kombinasyonuyuz. Meta programları bir tür filtre veya süzgeç gibi de düşünebilirsiniz.

Bu modeller nedeniyle bize ulaşan bilgiler ne olursa olsun modele uygun olmayan bilgileri çoğu zaman dikkate almayız, kendi modelimize uygun genellemeler yapmayı severiz ve hatta bazen objektif bir gerçekliği çarpıtmamız bile mümkündür. İçimizde çalışan programlar, belirli bir olasılıklar denizinde hangi yolu seçmeye meyilli olduğumuzu ortaya koyarlar.

Davranış modellerini öğrenerek bir tür kişilik testi uygulayabiliriz. Hiçbir davranış modeli doğru veya yanlış değildir, sadece birer modeldir ve kişi isterse belli bir süreç içinde bazı unsurları değiştirilebilir. İçimizde işleyen meta programları bize hizmet edenler ve bizi sınırlandıranlar olarak ikiye ayırarak değişim sürecine başlayabiliriz.

Belli başlı meta programlar içerisinden ben 6 tanesini seçtim, ilk 3 tanesinden geçen hafta kısaca bahsetmiştim, bu hafta biraz örneklerle destekleyerek daha geniş ele almaya çalıştım konuyu.

1)      PROSEDÜREL – SEÇENEKÇİ

Uç noktada prosedürel kişilerde bir şeyin yapılma şekli hep önceden tanımlanmıştır, adımlar bellidir, plan dışı gelişmeler çoğu zaman can sıkar.

Prosedürel insanlar daha çok belli bir sıra takip ederler, planlıdırlar, bir kitabı ellerine aldıklarında genellikle önce içindekiler bölümüne bakarlar. 

Yapmak zorunda oldukları şeylere dair bitmek tükenmek bilmeyen listeleri vardır. Ortada çok fazla seçenek yoktur, sadece yapılması gerekenler vardır.

Bu insanları sıklıkla “aşırı kuralcı” veya “sıkıcı” olarak etiketleyebiliriz.

Uç noktada seçenekçiler ise ağırlıkla “şu anda var olan en iyi seçenek ne?” şeklinde düşünür ve hareket ederler. Daha çok duygularıyla hareket ettiklerini söylemek yanlış olmaz. Yeni ve bilinmeyen şeyler onları motive eder.

Son anda karar değiştirip planları bozabilirler. Daha cazip bir teklif gelince onu yaparlar, yapmazlarsa rahatsız olma ihtimalleri çok yüksektir. Bu tip insanları genellikle “özgürlüğüne çok düşkün” veya “maymun iştahlı” olarak etiketleriz.
 
Basit birkaç test ile prosedürel ve seçenekçi yapıları birbirinden daha kolay ayırt edebiliriz.

Hiç kimsenin bakmadığına eminseniz elinizde sizi rahatsız eden küçük bir çöpü yakında çöp tenekesi olmadığı için sokağa atar mısınız?

Prosedürel kişiler genellikle çöpü ellerinde veya ceplerinde en yakın çöp tenekesine kadar hatta bazen eve kadar taşımayı tercih ederler.

Hiçbir yaya ve arabanın bulunmadığına emin olduğunuz kırmızı ışıkta çok acil bir yere yetişmeniz durumunda bile yeşil yanmasını bekler misiniz? Prosedürel kişiler bekler.

2)      PROAKTİF – YANSITAN

Proaktif insanlar hemen her durumda her anda harekete geçmeye hazırdırlar. Eylem adımlarını hızlıca ve çok sayıda belirleyebilirler.

Uç noktada proaktif insanları “tezcanlı veya aceleci” olarak etiketleyebiliriz.

Yansıtan kişiler ise eyleme geçmeden uzun uzadıya düşünmek isterler. Düşünmek onlar için çok önemli bir eylem adımıdır çoğu zaman.

Uç noktada yansıtan taraftaki insanları “yavaş” olarak etiketlemeyi severiz.

Kervan yolda düzülür diye bir özdeyişimiz var, sen önce harekete geç, yolda nasıl olursa bazı fırsatlarla karşılaşıp eksikliklerini tamamlarsın anlamında.

Proaktif kişiler genelde bu şekilde hareket ederler, kısa bir değerlendirmenin ardından eyleme geçer ve eylemler sırasında eksikliklerini fark edip düzeltme yoluna giderler. Bu bazen mümkün olur, bazen de olmaz.

Yansıtan kişiler ise bir konuda harekete geçmeden önce uzun uzadıya konuyu bütün boyutlarıyla ele almayı severler. Bazen bu safha o kadar uzun sürerki hiç harekete geçmeyeceklerini bile düşünebilirsiniz.

Takım oyunu söz konusu olduğunda meta programların birbirinden farklı olması takımın aldığı sonuçları olumlu yönde etkileyebilir.

3)      YAKLAŞAN – UZAKLAŞAN

Yaklaşan yapıdaki insanlar önlerindeki hedefe odaklanırlar, yolları bellidir. Uç noktada bir yaklaşımcı asla yoldaki engelleri görmez.

Onları aşırı iyimser veya “Polyannacı” olarak etiketleriz.

Bu tip insanlar daha çok neyi istediklerini, niye olacağını anlatırlar, motivasyonları hoşlandıkları, kendilerini bekleyen güzel şeylerdedir.

Uzaklaşan yapıdaki insanlar, hedeflerini düşündüklerinde potansiyel engelleri görmeye ve düşünmeye başlarlar.

Onları “olumsuza odaklı veya kötümser” şeklinde etiketleriz.

Onlarla sohbet ettiğinizde ağırlıklı olarak neyi istemediklerini, kimleri hayatlarından çıkarmak istediklerini anlatırlar, bir uzaklaşma programı içinde hareket ederler. Genellikle sahip oldukları şeyleri özellikle de statülerini kaybetmekten aşırı korkarlar.

İdeal bir otomobilin öne çıkan 3 özelliği nedir sizce?

Eğer güvenlikten bahsetmiyorsanız, yaklaşmacı bir kişiliğiniz olma ihtimali oldukça yüksektir.

Ben örneğin iflah olmaz bir iyimserim, diğer bir deyişle uç noktada bir yaklaşmacıyım…J
 
Arkadaşlarım bana bu konuda takılmaya bayılırlar. Ne yapayım bu meta programın bana olumlu anlamda hizmet ettiğini düşündüğüm için değiştirmek içinde bir şeyler yapmıyorum.

Ama beraber karar alınması gereken durumlarda diğer tarafın uzaklaşan yapıda olması durumunda benim bakış açım da bir nebze dengelenmiş oluyor.

4)      BENZERLİK – FARKLILIK

Benzerlik yapısındaki insanlar; genellikle bir şeyin benzerlerini yapmayı severler.

Ev değiştirmek istemezler, otomobil değiştirmek istemezler. Değişimi büyük bir tehdit olarak algılarlar. Kişisel gelişim ve koçluk gibi eğitimlerden genelde uzak dururlar. Risk almayı sevmezler, genellikle aynı zamanda uzaklaşmacı özellikler gösterirler.

Genellemeler yapmayı çok severler.

Farklılık yapısındaki insanlar; ağırlıklı olarak daha farklı ne yapsam diye düşünürler, farklı bir şeyler yapmalıyım düşüncesi ile hareket ederler.

İstisnalar üzerinde durmayı severler.
 
Uzun süre aynı işi yapmaktan bunalabilirler. Hiçbir şey yapmasalar sürekli olarak kıyafetlerini veya saç modellerini, rengini değiştirirler. Bu insanları da hemen “istikrarsız” olarak etiketleriz. Yaklaşmacı tarafları genellikle daha ağır basar.

5)      İÇ REFERANSLI – DIŞ REFERANSLI

İç referanslı kişiler; kendilerinden hareketle sonucu ortaya koyarlar, başka kaynaktan teyit ihtiyacı duymazlar. Bu programdaki insanları genellikle “Her şeyi o bilir” şeklinde etiketleriz.

Olayları ve gelişmeleri öncelikli olarak kendi pencerelerinden değerlendirirler.

Uç noktada iç referansçı bir kişi kendisine söylenen övgülerden bile rahatsız olabilir. Kendisi hakkında başkasının değerlendirme yapması onun açısından istenmeyen bir durumdur.

En uç noktada iç referanslı kişiler narsist özellikler gösterebilirler.

Uç noktada dış referanslı kişiler ise tam aksine neredeyse sürekli olarak takdir, kabul, onaylanmak ihtiyacı hissederler. Başkalarına sormak ve karşılaştırmak isterler.

Birden fazla dış referans noktası varsa sonuç almaları iyice güçleşir. Örneğin karar almada çok zorluk çekebilirler.

Bazı durumlarda kendi mutluluklarını bir kenara bırakıp sadece diğer insanları mutlu etmeye çalışabilirler.

6)      DETAYCI – GLOBAL

Detaycı insanlar çoğu zaman gereksiz detaylara yer verirler. Bazı durumlarda “Yeterince zeki değil” olarak etiketlenme ihtimalleri yüksektir.

Detayları hatırlamakta son derece iyidirler ama çoğu zaman büyük resmi gözden kaçırabilirler.

Global tipte insanlar ise 5 cümlede 5 senelik hikaye anlatır ve karşıdakinin anladığını varsayarlar.

“Bildiğini saklıyorsun” veya “Paylaşmıyorsun” iddialarıyla sık karşılaşırlar.

Globaller söylediklerinin tekrar edilmesinden de genellikle hoşlanmazlar.

Belirsizliklerden çok fazla rahatsız olmazlar.

Haftanın testi:

Kendiniz için basit bir meta program testi uygulayın bakalım; hangi tarafa daha yakınsanız onu işaretleyin.

PROSEDÜREL
 
SEÇENEKÇİ
 
PROAKTİF
 
YANSITAN
 
YAKLAŞAN
 
UZAKLAŞAN
 
BENZERLİK
 
FARKLILIK
 
İÇ REFERANSLI
 
DIŞ REFERANSLI
 
DETAYCI
 
GLOBAL
 
 
Şimdi aynı testi size göre ilişkide bulunduğunuz kişi ve/veya patronunuz/müdürünüz için uygulayın.

PROSEDÜREL
 
SEÇENEKÇİ
 
PROAKTİF
 
YANSITAN
 
YAKLAŞAN
 
UZAKLAŞAN
 
BENZERLİK
 
FARKLILIK
 
İÇ REFERANSLI
 
DIŞ REFERANSLI
 
DETAYCI
 
GLOBAL
 
 
Eğer 6 noktanın sadece bir yada ikisinde ortaksanız partnerizle veya patronunuzla sıkıntı yaşıyor olmanız son derece normal.

Diğer yandan; bir yada iki nokta dışında benzer özellikler sergiliyorsanız bu kez de ilişkinizi son derece verimli ve güzel olarak nitelendirebilirsiniz.

Ben kendime uyguladığımda aşağıdaki sonuçlara ulaştım (hangi tarafa biraz daha yakınsam onu işaretledim, yoksa uç nokta özellikler göstermeniz şart değil).

PROSEDÜREL
X
SEÇENEKÇİ
 
PROAKTİF
X
YANSITAN
 
YAKLAŞAN
X
UZAKLAŞAN
 
BENZERLİK
X
FARKLILIK
 
İÇ REFERANSLI
X
DIŞ REFERANSLI
 
DETAYCI
 
GLOBAL
X
 
Davranış modellerini bilmek ilişkide bulunduğumuz kişilere daha nötr olarak yaklaşmamızı kolaylaştırır.

İçlerinde çalışan bazı programlar nedeniyle yaptıkları bir davranışı ilişkide bulunduğumuz kişinin kimlik boyutuna taşımak aslında kavgaya davetiye çıkarmaktır.

Yani bu ve şu durumlarda genellikle böyle davranıyorsun demek yerine sen böylesin diye etiketi yapıştırdığımızda işimiz zor.

İlişkide bulunduğumuz insanlara biraz daha esnek davranabiliriz. Bu bir zayıflık değildir.
 
Meta programlar (davranış modelleri) belirli inançlardan kaynaklanır. Kişinin meta programlarını fark etmesi ve bazılarını değiştirmeye karar vermesi durumunda programın altında yatan inançlar tespit edilerek bir kısmının değiştirilmesi ile davranış modelleri de zaman içinde değişebilir.

Bu hafta ilişkide bulunduğunuz insanları, meta programlar açısından gözlemleyin bakalım, neler fark edeceksiniz.

Perşembe günü sizlere bambaşka bir konuda çok önemli bir sır vereceğim.
 
Şimdilik hoşçakalın, sevgiler.
 

P.S.: Gerek bültende yer verilen konularla ilgili olarak gerekse koçluk hizmetlerim hakkında bilgi almak için mert.cuhadaroglu@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.

21 Şubat 2013 Perşembe

Jokerleri niye sevmiyorum? 20,5. Hafta Ara Bülteni


Merhabalar; perşembe günlerine özel kısa ara bülten ile karşınızdayım. Bu hafta oyun teorisinden bahsettim ama bildiğiniz oyun teorisi değil, daha farklı bir açıdan yaklaşmaya çalıştım konuya. Keyifle okumanızı dilerim.
Oyun modelleri başlıca iki varsayıma dayanmaktadır. Bunlardan bir tanesi sıfır toplamlı oyun modelidir. Buna göre; taraflardan birisinin kazancı diğerinin kaybı anlamına gelmektedir.
Farkında olarak veya olmadan sıfır toplamlı oyun modelini benimseyip hayatımıza uyguladığımızda sıklıkla düştüğümüz hatalardan birisi; istemekle başkalarının bir şeyi istemesine ve elde etmesine engel olduğumuzu düşünmektir. Çok fazla şeye sahip olduğunu düşünen ve bu konuda her gün şükreden bir insan bile yeni şeyler isteyebilir.
Evrenin kaynakları sınırlı değil, bizim isteklerimizin gerçekleşmesi başka insanların isteklerinin gerçekleşmesini kesinlikle engellemiyor.
Bu kısa girişten sonra gelelim konunun kalbine.
Oyunları nasıl oynadığımız ile hayata nasıl baktığımız ve hayat oyununu nasıl oynadığımız arasında büyük paralellikler var.
Buna zaten inanıyordum ama bu hafta yaşanan bir olay daha da iyi pekiştirdi konuyu kafamda.
Büyük kızım Duru ile Boggle Slam adında basit bir kart oyunu oynuyorduk, Özge de o sırada bir yandan bizi izleyip bir yandan Ada’ya yemek yediriyordu sanırım.
 
Boggle Slam hızlı tempolu, 4 harfli bir kelime oyunu. Oyunda iki kişi birbirine karşı yarışıyor, yerdeki kelimeyi değiştirmeye çalışarak elinizdeki kartları bitirmeye çalışıyorsunuz.
Oyunda bütün harflerin yerine geçebilen 2 şer tane joker kullanılması mümkün iken ben asla joker kullanarak oynamıyorum.
Özge bana neden joker kullanmadığımızı sorduğunda hiç düşünmeden “ben joker sevmem” diye cevap verdim. Sonra aklıma takıldı ve müsait bir zamanımda bu konu üzerinde derinlemesine düşünmeye çalıştım.
Diğer oyunları düşündüm, özellikle iskambil oyunlarının bir bölümünde joker kullanılabilir, ama ben bir desteği aldığımda ilk yaptığım şey jokerleri çıkarmak ve hatta mümkünse çöpe atmaktır.
Sahi ben neden joker sevmiyordum?
Sanırım ben cevabımı buldum. Ben bir şeyleri yardım almadan yapmayı seviyorum, çünkü diğer insanlardan yardım isterken zorlanıyorum (eskiden daha fazla idi, yeni hayatımda bu konuda gelişmeler sağladım ama henüz jokerlerle barışacak kadar değilJ).
Diğer insanlardan yardım istemenin hiçbir kötü yanı yok, hatta içlerinden gelerek yardım ettiklerinde onlar açısından da müthiş bir keyif ve mutluluk.
Ama bir şekilde öyle kurgulamışım işte küçükken. Çocukken en sık duyduğum cümlelerden birisi “valla kendi işini kendin yapacaksın, kimseden yardım istemeyeceksin” idi. Anneannem ve teyzemde kalırdım sık sık, Allah rahmet eylesin, çok güçlü kadınlardı, onlar beraber yaşarlar ve çoğu işlerini hakikaten kimseden yardım almadan kendileri hallederlerdi, yardım istemeyi çoğu zaman zayıflık olarak görürlerdi.
Joker benim gözümde işleri kolaylaştıran bir yardımcı idi, ama ben yardım sevmeyen ve her şeyi kendim yapmaya çalışan bir insan olarak onu çoktan düşman bellemiştim.
Biraz daha derine indiğimde başka bir şey daha fark ettim, yine bir kurgu tabii ki ve ilkiyle alakalı. “Alınteri, emek ve çaba olmadan elde edilen şey değersizdir”. Benim bundan çocuk aklımla yaptığım ve uzun yıllar sadık kaldığım çıkarım ise bir şey ne kadar zorsa o kadar değerli ve keyifli olur şeklinde idi. Hatta iki kurguyu birleştirdiğimde; hem kendin yapmalısın yardım almadan hem de zor olmalı ki daha keyifli olsun diye muhteşem bir oyun modeli geliştirmiştim anlaşılan.
Yeni hayatımda buna çok katılmıyorum açıkçası, bir şeyi illa zorlanarak ve tek başımıza yaratmak zorunda değiliz keyif almak için. Her şey çok kolay ve keyifli de olabilir, yardım almak da harika bir şey.
Daha da derine, en temele indiğimizde ise altta yatan “akıllı olduğumu ispatlamak” motivasyonu. Ulan akıllı olsan ne olacak, aptal olsan ne olacak. Başarının, mutluluğun, hayattan keyif almanın zeki olmakla bir alakası yok ki. Ayrıca akıllı isen bunu ispatlaman gerekmiyor ki her dakika.
Şimdi geriye dönüp hayatımı gözden geçirdiğimde hayatımı gereksiz yere ne kadar zorlaştırmış olduğumu görüyorum. Şu anda yaptığım iş yaratıcılık gerektiren bir alan ve ben yaratıcılığımı kullanmayı seviyorum. Bunu üniversiteden ilk mezun olduğumda da yapabilirdim, ne bileyim bir reklam ajansında çalışabilirdim, şiir kitabı çıkarabilirdim, vb. Ama oyunu zorlaştırmayı sevdiğim için önce 15 yıl denetim ve finans işinde çalışarak işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdim ve sonra oyunun ikinci yarısında muhteşem bir dönüşle skoru lehime çevirmeye çalışıyorum. Be adam madem bu kadar iyi oynuyordun, ilk yarıda neredeydin?
Duru ile yeni bir oyuna başlamak üzereydik tam o sırada, kağıtları dizdi ve ADAM yazdı, bu şekilde başlamamızı önerdi.
Hemen itiraz ettim, bu şekilde çok kolay olur dedim, daha zor bir şekilde sadece tek sesli harf içeren bir kelime ile örneğin SERT ile başlayalım dedim, tamam dedi hemen MERT yazdı, olmaz dedim, özel isimler olmasın. Oyunu zorlaştırıp durdum anlayacağınız, ta ki çocuk isyan edene kadarJ.
Hepinizin bildiği gibi 4 ay önce yeni bir hayata atıldım, ama buna rağmen bana hizmet etmeyen bütün kararlarımı çözmüş ve değiştirmiş falan değilim.
Her gün yeni bir şeyler keşfediyorum kendimle ilgili ve bu çoğu zaman bana keyif veriyor.
Bundan böyle jokerleri sevmeye karar verdimJ.
Joker diye güzel bir bar var zaten Beyoğlu’nda. Nuri Alço isimli kokteyli çok meşhur. Hemm tadı güzel hemde çabuk sarhoş eden süper bir kokteyl. Orada yaşadığım güzel sarhoşluğu hala yüzümde güzel bir gülümseme ile hatırlarım.
Siz de kendi hayatınıza bu bültende anlatılanlar özelinde değişik bir bakış açısı ile yeniden bakabilirsiniz, oyun oynarken nasıl davranıyorsunuz, oyunlarda ve gerçek hayatta işleri gerekmediği halde zorlaştırıyor olabilir misiniz?
Belki de ilişkinizi önce karşı tarafı tükenme noktasına kadar getirip sonra toparlamayı seçiyorsunuz, belki işyerinde her şeyi hiç yardım almadan kendiniz yapıp kendinizi tüketiyorsunuz. Düşünmeye değer bence.
Pazartesi akşamı meta programlar bültenim ile birlikte olacağız. İlişkide olduğunuz ve çatışma yaşadığınız tüm kişileri yeni bir gözle göreceksiniz. Şimdilik hoşçakalın.
P.S: Kişiye özel koçluk ve kişisel gelişim semineri konusunda mert.cuhadaroglu@gmail.com üzerinden bana ulaşıp daha detaylı bilgi alabilirsiniz.